İster hekim olsun, ister hakim. İster asker olsun, ister polis. İster öğretmen olsun, ister icra memuru. İstisnasız olarak korkar. Neden korkar? Çünkü sadece kendisinin değil ailesinin, yuvasının, çocuklarının geleceği ve bekası iktidar her kimse onun temsilcilerinin iki dudağının arasındadır. 1940'lı yıllarda başlayan bir strateji var. "Devlet memurlarını mümkün mertebe doğup büyüdükleri memlekette, soylarının yerleştiği coğrafyalarda barındırmayın." Der bu politika. Neden? Diye sorarsın. Cevap olabildiğince masumdur. "Memleketi tanısınlar istiyoruz. Edirneli Van'ı tanısın.
Erzurumlu Rize'yi falan filan." Veya derler ki! "Ya ellerinde imza yetkisi var. Hemşerilerine kıyak yapar bunlar. O yüzden uzak diyarlara savurun gitsin." Oysa gerçek o yıllarda bambaşkadır.
Devlet memurları toplumun; iyi kötü okumuş, yazmış, eğitimli gençlerinden oluşur. Eğer bu kadar bilgi ile bir de memleketlerinde kalırlarsa ileride o bölgede siyasi güç haline gelir.
Baş edemeyiz endişesidir altta yatan sebep. Neyse bir esnaf için, bir çiftçi için hülasa siviller için devlet memurlarını "iktidar yanlısı" olma ile yargılamak çok kolaydır.
Çünkü siviller kedi yavrusu gibi memleket memleket atılıp hayata tutunmaya çalışmsmıştır. Sivil eşi Van'da kendisi Edirne'de yuva kurmanın ne olduğunu bilmez.
Sivil'in çocuğu temel eğitimini 7 farklı şehirde tamamlamaz. Sivilin en fazla bir patronu olur. Memurun çoğu kasaba iktidar partisi temsilcileri olmak üzere onlarca patronu vardır.
Ve devlet memuru bir insan olarak korkar. Ekmeği, emeği, yuvası, geleceği ilkokul mezunu bir kasaba iktidar ilçe başkanının bile elindedir.
O yüzden onlardan "zeybeklik" yapmalarını bekleyen "cici beyler", "tuzu kurular" bu konuyu bir daha düşünün.