Güzel pazarlarınız olsun.
Şöyle kahvenizi elinize alıp keyifle okuyun temennim ile;
…
Büyük bir çoğunluğunuzun bilmediği gibi,
Yardımcı Doçentlik (Ki artık adı Doktor Öğretim Üyesi olarak değiştirildi), Doçentlik, Profesörlük akademik unvanlardır.
Akademide (Üniversite) geçen uzun ve zahmetli bir süre içinde bu unvanlardan birisine sahip olabilirsiniz.
Ve sadece süre yetmez. Akademik hayatınızda aktif olmanız da şarttır.
Sürekli araştırma yapmanız, bu araştırmalardan elde ettiğiniz sonuçları dünya ile paylaşmanız da gerekir.
O da yetmez. Bu paylaştığınız bilgilerin bilimde yeni ufuklar açması gerekir.
-Ben araştırdım “Peynir Sütten Elde Edilir” tarzı sonuçlar doğal olarak uluslararası bilim camiasında kale alınmaz.(Normali budur. Ama bizim ülkemizde bu keşfiniz nedeni ile doğrudan Profesör olabilirsiniz.)
Akademik unvanlar.
Çok değerlidirler!
Kişinin kalibrasyonunu gösterirler,
Akademide ne kadar zaman geçirdiğinin göstergesidirler.
Yapılan, insanlık menfaatine araştırmaların, deneylerin nişanesidirler.
En azından benim çağımda öyleydi.
…
Ama özellikle son 25 yıldır. Ve özellikle son on yıldır bu konuda bir gariplik ortaya çıktı.
Bir Profesör arkadaşımın deyimi ile “Artık, sabah erken kalkanı Profesör yapıyorlar.”
Abartılı da olsa teşbihi doğru.
Bu konuda şöyle bir etrafıma bakıyorum.
Adam haklı.
…
Günümüzde akademisyenler 20-30-40 yıl öncesine göre çok ama çok daha hızlı unvan alıyorlar.
Neden?
Bu durumun haklı gerekçeleri var.
Türkiye’de 206 üniversite var.
Fakülte ve yüksek okul sayısı sayısı ortalama 5.000 civarında.
Her bir fakültede “branş” işine girerseniz ihtiyaç olan öğretim görevlisi sayısı rakam olarak 500.000 lere dayanır.
Özetle bugün akademide ders verebilecek nitelikte öğretim üyesi ihtiyacı en az yarım milyondur.
Öğretim üyesi yoksa!.
Bu evlatları kim yetiştirecek?
Elbette akademideki hocalar.
…
O zaman hızlıca “hoca” yaratmak lazım dedi ülke yöneticileri.
Öğretim üyesi fabrikaları devreye girdi. Tam gaz, ful kapasite öğretim üyesi üretildi.
İşte bu yüzden etrafımızda doçent, profesör sayısı çoğaldı.
Bir yıl önce televizyon tartışma programlarına katılan Sayın Ahmet, Sayın Mehmet, Sayın Ayşe’lerin bir yıl içerisinde nasıl profesör olduklarını zannediyorsunuz?
Onlar artık. Ahmet Hocam, Ayşe Hocam oldular.
Bunda bir beis yok. Ülkenin ihtiyacı vardı ve sayın hükümetimiz “Ol! Dedi Oldular.”
…
Ancak!
Sayın Halkımızda da şöyle bir inanış var.
“Doçent, Profesör her şeyi bilir!”
“Doçent, Profesör ne derse doğrudur!. Adam boşuna doçent, profesör olmamış değil mi?”
Şimdi bu yazıyı okuyan akademisyenler eminim içten içe gülüyor ve hatta kahkaha atıyordur.
Elbette onlar da benim bildiğim gibi mekanizmayı, işleyişi biliyorlar.
Kızan, sinirlenenler de olacaktır. “kol kırılır yen içinde kalır” ifşa etmeye ne gerek var falan, vs.
Benim tanıdığım doçent ve profesörler meslek alanlarında muhteşem insanlardı.
Onlara karşı saygı ve muhabbetim inanılmaz düzeydeydi Ki hala hayatta kalanları ile ilgili hissiyatım aynıdır.
Ama sene 1990’lar idi. 35-40 yıl önceydi.
…
Gelelim günümüze.
Türkiye’de talep fazla arz az olduğu zaman devreye merdiven altı olarak tanımladığımız üretim sistemi devreye girer.
Birden bire 150 üniversite, 2.000’in üzerinde fakülte ve yüksek okul kurarsanız. Ne olur?
Öğretim üyesi talebi artar,
Ya arz?
En az 10 yılda yetişir!.
Ne yapacağız?
Ülkenin son yirmi yılına damga vuran bu gerçeklik mecburen merdiven altında doçent ve profesör yetiştirme gereği duymuştur.
Ve sistem hükümet eli ile bu fason, merdiven altı öğretim görevlisi, doçent ve profesör üretimine yol verdi.
Hakkını yemeyelim Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) Uzun yıllar Doçent ve Profesör üretiminde nerede ise tekel konumunda kaldı bu ülkede.
Sistem oldukça basitti.
Önce sizi bir akademi kadrosuna koyuyorlardı.
O garip bulamaç yemeklerini yemek zorunda mıydınız? Onu bilmiyorum.
Sonra cemaatin ilgili mensupları “güya” bilimsel araştırma yapıyorlardı.
Ve sonra başkalarının yaptığı (ki onlar da böyle bir bilimsel araştırma yapmış değiller.) bilimsel araştırmalar sonucunda birdenbire Doçent, Profesör oluveriyordunuz.
Bu konuda birebir yaşadığım on kadar öykü var ama içlerinden birisini size aktarayım.
…
Hak etmediği halde ezilen, politik, kaotik fırtınalar nedeni ile çok zeki, bilgili ve başarılı olduğu halde akademik pozisyon alamayan ateist bir abim vardı.
Birgün beni telefon ile aradı.
“Bilgehan biliyor musun? ……………… Doçent olmuş!.” O söz konusu ………….. tırnak kesmekten aciz ve hatta hocalarına “asla ameliyat yapmayacağım, altı yıllık emeğim boşa gitmesin.” yemini ile uzmanlığı verilmiş bir beyin cerrahıdır.
Telefonda “Şaşırtıcı değil dedim. Kimler, kimler neler oluyor. Burası Türkiye. Hayırlısı olsun inşallah.”
“Bende olucam” dedi.
Zaten mesleki yetenekleri, tecrübeleri konusunda canımı emanet ettiğim bir cerrahtı ve çok önceden Türk Tıbbı ve Türk Nöroşirurji camiası onu parelendirmeliydi .
Ama bildiğiniz gibi yok sayıldı.
Örselendi.
Maddi ve manevi olarak linç edildi.
Ölmeseydi ben onu Türk Nöroşirurji Derneği Başkanı ve Hacettepe Tıp Fakültesi Dekanı olarak görmek isterdim.
“Ol abi” dedim.
“Yalnız Bilgehan benim bir takım ritüelleri yerine getirmem lazım. Bu piçlerin toplantılarına katılmam lazım. Beraber göstermelik Cuma namazlarına katılmam lazım. Gözünü seveyim senden bir şey çıkmasın.” Dedi.
Mesaj anlaşılmıştı. Bu aramızda bir sırdı.
Elbette benden bir şey çıkmadı. Bu tarihe kadar. Vefatının üzerinden. Yıllar geçti.
Birkaç yıl önce kaybettik o sevgili, değerli insanı.
O yüzden rahatça yazıyor ve anlatabiliyorum.
Bana anlattığı ve benim daha sonraki tarihlerde de teyit ettiğim kadarı ile sistem tam bir FETÖ kurgusuydu.
Önce sizi bir Anadolu üniversitesine yerleştiriyorlardı.
Gerçi şimdi Özel ve Vakıf Üniversiteleri var o zahmete girmiyorlar.
Daha sonra yüzlerce daha önce üniversitelere yerleştirilerek profesör, doçent, bölüm başkanı, kürsü başkanı, dekan, rektör oldurulmuş adamlar tarafından dosyanızda yer alacak “güya” bilimsel makaleler hazırlanıyordu.
“Dosya”: Doçent veya Profesör olmanız için yeterli “Dosya”’ya ihtiyacınız var. O Dosya’nın içi bilimsel makaleler ile dolu olmalı!
Rahmetli beni çok severdi.
“Sana da yer ayarladım Bilgehan. ……………..Üniversitesinde kadron hazır. Orada bir çocuk var. Kürsü başkanı. Bel fıtığı dışında ameliyat yapmayı bilmiyor.Hem ona beyin tümörü, beyin kanaması ameliyatlarını öğret hem de kısa sürede doçentliğini al bir iki yıla kalmaz profesör ol” dedi.
Nasıl ama? Muhteşem bir teklif!. Hemen kabul ettim. “Tamam abi” dedim.
FETÖ’cü olmama bir parmak kalmıştı.
Ama olamadım.
O tarihlerde işsiz “Beyin Cerrahı” pozisyonundaydım.
Param yoktu. İşsizdim.
Bana gelen FETÖ teklifi yani o üniversiteye başlayabilmem için gereken süre üç aydı.
Üç ay geçinecek param olmadığı için İstanbul’daki bir özel hastanenin (Bağcılar!. Apartmandan bozma bir özel hastane!) teklifini kabul ettim.
O abime söz verdim. Dedim ki:” Abi ben bir süre İstanbul’da ekmeğimi kazanayım. Daha sonra söz o üniversiteye geçeceğim.”
Olmadı. Olamadı. Kader ağlarını ördü.
Ayrıntıyı daha sonra anlatacapım.Söz.
…
Gelelim günümüze!
FETÖ’nün miras bıraktığı akademik unvan sarmalı halen devam ediyor.
FETÖ mevcuda “iş” öğretti.
Sadece mevcuda değil dünya’ya iş öğretti.
Mesela bugün.
Sabah kalktınız ve Doçent, Profesör olmaya karar verdiniz diyelim!
Size ne lazım?
Para!.
Paran yoksa kardeşim istersen Albert Einstein ol. Yok sana doçentlik, profesörlük falan (TR için geçerli)
Bastır parayı. Senin adına, senin ihtiyacın olan bilimsel makaleler, araştırmalar vs. emrine amade!.
Elbette hepsi yurtdışı dergilerde yayınlanacak.
Tek bir değerli, uluslararası kabul gören dergilerde yayınlanan makalenin sana maliyeti ortalama 6-10 bin dolar.
100 bin doları gözden çıkart
İstediğin uzmanlık dalında. Artık ekonomi mi istersin, gazetecilik mi istersin, strateji mi istersin. Hatta tıp fakültesini bitirdiysen ne istersin?
100.000 USD. Hepsi emrine amade!.
Şak profesörsün artık!.
…
Tüm bu olup bitenlerden haberdar olmayan olan sayın halkımız sonra şaşırıyor!
Bir tıp profesörü kalkıp “Multipl Skleroz (MS) Allahın insana verdiği cezadır.” Diyor.
Diğer Tıp Profesörü “Aşılar mimik, minnacık pıhtılara sebep oluyor. Bunların size bir zararı yok!.” Diyebiliyor.
Hal bu.
Durum değerlendirmesi bu.
Doçent, Profesör olmak isteyen arkadaşlar benimle irtibata geçsin.
Ücreti kabilinde yaparız elhamdülillah!.
Ne istersin sayın profesör?
“Bu yazı gerçek anlamda alın teri ile, akademide dirsek çürüterek, bilimsel araştırmaları kayda değer, başkaları tarafından becerilmeyen yayınlara sahip. Özetle layığı ile unvan almış arkadaşlarımı içermez. Onları tenzih ederim.”